Kişisel gelişim ve psikoloji üzerine sıkıldıkça internette makalelere vs göz gezdiririm. Christopher Titmuss’un bir tavsiyesi hoşuma gitti.
“Sağlıklı ilişkiler yürütmek istiyorsanız, bir haftadan daha önceki meseleleri ısıtıp ısıtıp getirmeyin tartışmalara” diyor.
Sağlıklı Bir İlişki İçin İpuçlarının tamamını buradan indirebilirsiniz. (İngilizce)
Böyle bir davranışı gerçekleştirecek kadar kendimizle barışık ve olgun olabilsek ne kadar huzur getirirdi taraflara değil mi?
Meseleleri en fazla bir hafta içinde halletsek, geçmişe ilişkin klasörlere gerek kalmasa, pişirildikçe tadı bozulan yemekler gibi konulardan uzak dursak. Temiz bir zihin, yeni, parlayan gözlerle karşımızdakine bakabilsek.
Böylece geçmiş araya girmeden karşımızdakiyle doğrudan ve o an’da bir bağlantı mümkün olabilir. Saip olunan yalınlıkla birbirimizi gerçekten duyma, görme, hissetme oranımız ne kadar da artar. Özlediğimiz derin, içten ve gerçek bağlantıya daha da yakınlaşabiliriz. İlişkilerimizi böyle yaşasak, affedecek bir şey de kalmaz.
Toprağı bol olsun, Israel Berkowicz Phoenix eğitiminde benzer bir tecrübesini paylaşmıştı. Kendisini pek severdim çok zeki içten bir insandı. Eşiyle her hafta birbirlerine sorarlarmış: “Bana söylemekten çekindiğin bir şey var mı?” Böylece her hafta nasıl evimizi temizliyorsak, onlar da ilişkilerini temizliyorlarmış. Ne kadar rahatlatıcı, hafifletici bir uygulama, değil mi?
Bazen karşımızdakilerle böyle karşılıklı bir helalleşme yapmak mümkün olmuyor. O halde hiç olmazsa, kendi tarafımızı temiz tutmakta fayda var. Her akşam ya da her hafta bir gün kendimize sorabiliriz:
“Zihinsel, duygusal, fiziksel ya da ruhsal bir yük taşıyor muyum?”
“Bu yükü neden taşıyorum?”
“Bu yükü bırakmaya hazır mıyım? Yoksa önce öğrenmem gereken bir şey mi var? Ya da bazı iyileştirmeler için ne yapmam gerekli?”
Duygusal yüklerimiz de çalışma masamızın üzerindeki kağıtlardan çok farklı değil. Gerekeni yapmayı erteledikçe, birikiyorlar, yığınlar oluşturuyorlar, tozlanıyorlar, işe yarayan bilgiler de ulaşılmaz oluyor. Gözümüzün önünden kaldırıp, çekmecelere (bilinçaltına) koysak da, kaybolmuyorlar, bu kez çekmeceler taşıyor, gerekli eşyaları koyacak yer kalmıyor.
Sadeleşme hafiflik ve özgürlük getiriyor… Her gün yepyeni, pırıl pırıl bir masaya oturur gibi… huzur gibi.
Her şeyden önemlisi insanın kendine karşı samimi olabilmesi. Ben farklı bir yöntem geliştirmiştim.. Karşımdaki insanla ya da kendimle ilgili bir sıkıntım olduğunda ben kendi en yakın arkadaşım rolüne bürünür, karşımdakini de en yakın arkadaşı rolüne sokar, bizimkilerin dedikodusunu yapardık.. Ama artık bu denli (öz) samimiyet kalmadı. Ne yazık ki, ilişkiler de çok ben merkezli yaşanıyor.. yazık.
yazdıklarınız çok doğru çok teşekkürler…
selamlar…sayfada çalan müziğin ismini öğrenebilirmiyim…olağanüstü birşey…Paylaşırsanız beni mutlu edersiniz…teşekkürler…
Bu yazı aklıma bir şiirdeki dizeleri getirdi,
Bir kuğu,yanlış sorular soran küller denizinde..