Son dönemde etrafımdaki herkeste bir karamsarlıktır almış gidiyor. Herkes sıradanlıktan, sabah uyandıklarındaki amaçsızlıklarından, varacakları noktayı bilememekten yakınıyorlar. Herkes bir mucize, bir süpriz, bir aşk bekliyor.
İnsanları dinlerken bir yandanda gözlemliyorum, kendi yaşadıklarımla, içinde bulunduğum ruh halleriyle kıyaslıyorum, çok benzer şeyler yaşıyor insanlar bu gerçek. Fakat neden? Neden insanlar dünya bizim diyişimizle ilerledikçe, geliştikçe insanlar mutsuz oluyor? Ne eksik? Yada ne fazla geliyor? Sanırım özgürlük arttıkça sahip olduklarımızın değerinin farkına varamıyoruz. Özgürlük çok büyük bir güç fakat kontrolsüz güç güç değildir sloganı aklıma geliyor.
Hepimiz o kadar ruhlarımızdan uzaklaşıyoruzki bizi neyin mutlu, neyin mutsuz ettiğinin bile farkında değiliz. Önüne havuç konmuş eşşek gibi sadece koşuyoruz. Nedensiz ve amaçsızca.
Bu dinlediğim insanların ortak noktası herkes geçmişte birilerini suçluyor, yaşadıkları ilişkileri, hayatına giren insanları. Herkes bir noktada hayal kırıklığına uğramış ve orada takılıp kalmışlar. İnsan hayatı bu kadar ucuz mu diye hep sordum kendime acaba onların bu psikolojilerinden onların suçladıkları insanlar haberdar mı? Yada onlar gerçekten mutlumu merak ediyorum.
Herkes kendi ruhunu aslında birisine teslim etmek istiyor, kucagında saçları okşansın, gece ayaklarıyla ayaklarını ısıtsın, çocuk hayalleri kursun, tatile gitsinler vs vs…
Herkes bana göre ruhunun ev sahibi… Hepimiz ruhumuzun bir sahibi olması için onu evimize alıyoruz. Dışarıdan herkesi sokmadığımız 4 duvarımız arasına. İlk başta kiracı gözüyle bakıyoruz. Sonra alışıyor, evin her köşesine bir anı bıraktırıyoruz. Ve bir gün o kiracı gittiğinde umutsuzluğa kapılıyoruz. Hem elimizdeki ev eskimiş oluyor. Hem bizim inancımız azalıyor. Kiracılara güvenimiz gidiyor fakat bir yandanda kiracı istiyoruz. Yalnızlığı sevmiyoruz. Daha seçici olmamız gerekirken ev eskidikçe, fiyatını düşürüyor. Fazladan promosyonlar sunuyoruz. Sadece evimizin tek bir sahibi olmasını istediğimiz, o evde yaşlanmak, onun ruhuyla ruhumuzun küllerinde ölmek istediğimiz için.
Giren kiracıların süresi vs önemli değil. Kimi kiracı 3 sene yaşıyor, bir parmak izi bile kalmıyor. Kimisi 1 ay kalıyor ama her duvarda parmak izleri, yerlerde saçları, banyo lifinde kirleri kalıyor. İşte o zaman yeni kiracıyı almak zorlaşıyor. Bu sefer kiracı almaya kalktığınızda gönlümüz el vermiyor. Geleni gönderiyor, geleni gönderiyoruz. Eskidikçe eskiyoruz.
Bu kiracılarda özlüyor tabi ev sahiplerini. Olay tek taraflı değil. Nasılki her girdiğimiz ortamı sahiplenmiyorsak o kiracılarda ev sahiplerini unutmuyor. Başka ev sahiplerinde önceyi arıyor. Evin rahat koltuğuna rağmen, yerdeki minderleri belkide çatısı akan önceki evi özlüyor. Huzur farklı birşey herkes huzurlu olduğu, inandığı, sonu olmadığı şeyleri özlüyor. Kimi kiracılar ve ev sahipleri birbirine giriyor. Evi yıkıp döküyorlar. Bilmiyolarki kırılan camlar ikisininde ayaklarını kesecek, dökülen tuvar tozları arasında kaybolacaklar.
Kısa asıl sorun ev sahibi olduğumuzu bilerek gerekiyorsa uzun süre o eve gözümüz gibi bakarak değerini düşürmeden gerçek sahibini beklemek. Yoksa en sonunda elinizde kalan kırık dökük eskimiş bir ruhunuz kalıyor. Ve etrafımda dinlediğim hikayeler gibi hikayeler atlatıyor oluyorsunuz.
Mutsuzluklarımızı ne zamanki kiracılarla unutmaya çalışmazsak, o zaman mutlu olabiliriz diye düşünüyorum. Çünkü bazı sabahlar o günü yaşamak için bir sebep bulamıyorum. Düşünüyorum. Yataktan çıkmak için iyi bir sebebim olmalı… Yok! Yüzyıllarca hareketsiz kalmak istiyorum. Bunu engelleyemem, insanım. Mutsuzluk da bana ait bir şey.. Onu da yaşamalıyım. Herkes yaşamalı.. Yoksa mutluluğun ayrımına nasıl varabilirim??
Farklılıksa şurada ortaya çıkıyor. Bir gün geriye dönüp mutsuz geçirdiğim zamanların sebeplerine baktığımda, gülecek bir şeyler bulabiliyorsam – ki gerçekten çok komik şeylerle karşılaşıyorsun – ‘dünya gerçekten keyifli bir yer’ diyebiliyorum…
Dünya mucizelerle ve sürprizlerle dolu.. Bence olduğu gibi kabul etmek lazım. Güzel günler kadar kötü olanlar da yaşadığımı hissettiriyor bana… Kalbimin boş olduğu günler yerine aşk acısıyla bir meyhanede içmeyi tercih ederim örneğin.. Günler hep aynı geçecekse, varsın içimde hüzün hareket etsin, gezinsin.. En azından nefesimi derinleştirir…
Yeni kiracılarla ruhunuzu kirletip eskitmektense bırakın mutlaka güzel birşeyler vardır onlarla yaşayın. Çivi çivi söker doğru, ama bir süre sonra yalama olur bunuda unutmamak gerek. Unutmak için birilerini suçlamak, onları suçlu görmek kendi evinizi, ruhunuzu kirletmekten başka bir işe yaramıyor. Herkesin hayallerinde büyüttüğü bir adası var, ayak basmaya korktuğu, bu gerçek olunca kaybettik diye adayı kötülemek yerine, başka adalar arayıp boğulmak yerine umudu yitirmemeden hayata devam etmek en doğrusu. Sevmek değil, sevilmeyi becermek bence asıl gerçek…
Bir yandan insanlar hayatlarında bunlarla uğraşırken, başka insanların başka varoluş sorunlarını görmek kendimden ve insanlardan soğutuyor. Videoyu izlerken gözlerimi dolduran, doğuştan kol ve bacakları olmayan aşağıdaki video’adaki Avusturalyalı adamın adı Nick Vujicic
“Yol alırken bazen düşebilirsiniz. Düştüğünüz zaman ne olur, tekrar ayağa kalkarsanız. Ancak hayatta bazı anlar vardır ki, düştüğünüzde tekrar ayağa kalkacak gücü kendinizde bulamazsınız.
Umudunuz var mı?
Kolları ve ayakları olmayan birinin düştüğü zaman tekrar kalkabilmesi imkansız bir şey olmalı, değil mi? Ancak değil!
Yüz kere kalkmayı denesem ve yüzünde de başarısız olsam, vaz mı geçeceğim? Hiç mi ayağa kalkamayacağım? Başarısız olursam yine deneyeceğim, yine deneyeceğim.
Bilmenizi istiyorum ki bu bir “son” değil. Önemli olan “nasıl bitirdiğiniz?” Güçlü bitirecek misiniz?”
Hayatının hiçbir döneminde; hiçbir kızın teninde elini gezdirememiş, sevdiğinin saçlarını okşayamamış, kimseyle el sıkışamamış, sevdiğine doyasıya sarılamamış, dans edememiş, hiç koşamamış olan o olsa da hayata ruhuyla sarılmış durumda. Siz eğer ruhunuzun kapılarını açacak kadar birisini sevdiyseniz, duvarlarınızı kırıp dökmek yerine o eli tuttuğunuz anları kirletmeyin, şükredin onları elleri olupta yaşayamayanlarda var. Kiracı olmayı ve kiracılarıda boşverin. Ev sahibiniz için kendi ruhunuzu süslemeye devam edin.
Unutmadan;
gerçekten çok güzel bir yazı olmuş. eline sağlık. bunlar bize ders olmalı aslında. ama biz ne yapıyoruz. dünya sadece kendi etrafımızda dönüyor gibi davranıyoruz. kendi sorunlarımızdan başkasını görmüyoruz. en ufak bir olayda ağlıyoruz, üzülüyoruz kendimizi harab ediyoruz. bu yazınla gördümki aslında bizim sorunlarımız onunkinin yanında bir hiçmiş. çok teşekkür ederim bi an hayata onların gözüyle bakmamızı sağladığın için…
çok güsel bir yazı olmuş eline sağlık teşekkürler 🙂
Merhabalar,
Teşekkür bu güzel paylaşım için…Gözlerimi doldurduğun içinde…evet nick bizim için cok iyi bir örnek,hayatta oyle zorluklar var ki,oyle dibe vurduran durumlar var ki biz içine düştügümüz en kücük olumsuzlukta pes ediyoruz.Kesinlikle dış engeller değildir bizi başarısız kılan,bizi başarısız kılan kendi olusturdugumuz engellerdir.Dıştaki engeller sadece süsü olur içimizde olusturduklarımızın yanında.Tekrar teşekkürler Rodin paylaşımın için,ileriki yazılarını merak ile bekliyoruz.
Sağlıcakla kalın…
Çok güzel bir yazı ve daha da güzel olan bu güzel düşüncelerin paylaşılıyor olması 🙂
Yazıdan, videodan ve kendi hayatımdan çıkardığım en önemli şeylerden biri, bize geleni kabul edebilmenin ne kadar özgürleştirici bir etkisi olduğu. Hayata, hırs içinde, akıntıya karşı yüzermişçesine, ve “neden ben” penceresinden bakarken, yaptığımız tek şey kendimizi yıpratmak ve o ana hapsetmek oluyor. Aksine var olan durumla el sıkışınca, hayata gerçekten asılmak için derin bir nefes almış gibi ferahlıyor ve ilerlemeye, olanı dönüştürmeye başlıyor insan. Nick Vujicic bunu başarmış. Kendisiyle, hayatıyla hesabını kapatmış. Evini diğer evlerden ayıran özellikleriyle kucaklamış. Aynı yazıda yazdığı gibi, sahip olduklarımıza yani evimize sahip çıktığımızda ve ev sahibine olan inancımıza sarıldığımızda özgürleşiyoruz bence. Çünkü o zaman bizi biz yapan kusurlarla da, karşılaştığımız engellerle de, hatalarımızla da barışmış, en sevdiğimiz yanlarımız kadar bize ait olduklarını anlamış oluyoruz sanırım. Hem zaten tüm yaşanmışlıklarımız bizim zenginliğimiz değil mi bu kısa hayatta? Tavanı da aksa, zamanında içinde yangın çıkarmış olsak da orası hala bizim evimiz sonuçta.
Bu arada lafı uzattım sanırım ama değinmeden geçemiycem. Yazının başında değindiğin özgürlüğün nasıl büyük bir güç olduğu kısmı da başlı başına bir yazı konusu 🙂 “Özgürlüğünün” tadını çıkarıp sürekli ev değiştiren kiracılar, aslında evsiz olduklarının, dolayısıyla hiç de o kadar özgür olmadıklarının farkında değiller gibi geliyor bana.
M.B.
hakikaten güzel çakakalem yazıyorsun sen! En azından sonradan bir daha okusan fevkalede olacak rodin 🙂
ŞİMDİ BİR DÜŞÜN…KİM ÜZEBİLİRKİ SENİ SENDEN BAŞKA?
KİM DOLDURABİLİR İÇİNDEKİ BOŞLUĞU SEN İSTEMEZSEN?
KİM MUTLU EDEBİLİR SENİ,SEN HAZIR DEĞİLSEN?
KİM YIKAR KİM YIPRATIR SENİ SEN İZİN VERMEZSEN?
KİM SEVER SENİ,SEN KENDİNİ SEVMEZSEN?
HERŞEY SENDE BAŞLAR SENDE BİTER…
YETER Kİ YÜREKLİ OL,TÜKENME,TÜKETME…
TÜKETTİRME İÇİNDEKİ YAŞAMA SEVGİSİNİ…
Hep hatırla :”Çaresizseniz,Çare”SİZSİNİZ”…
Çok şanslıyım ki senin gibi bir arkadaşa sahibim..Rodincim muhteşem bir yazı..Tebrik ediyorum ve başarılarının devamını diliyorum..
Çağla..
heyyy Nick insanlğın senden öğreneceği çok şey var…sahip olduklarının kıymetini bilmeyenler, sahip olduklarıyla kötü olmayı marifet görenler, ve daha niceleri..rodincim bu video ile ilgili yine çok farklı bir yerden bakmşsın hayata :
”Bilmenizi istiyorum ki bu bir “son” değil. Önemli olan “nasıl bitirdiğiniz?” Güçlü bitirecek misiniz?”
Umarım herkes bu sorunun yanıtını verebılır yada bu yanıtı arar hayatta:)
heyyy Nick öğretileR & Rodin öğretiler ve paylaşım için teşekkürlerrr…
sevgiyle kal..