Tıpkı rüzgarın tenimi, saçımı okşaması,saçlarımı darmadağın ederek bana inat gözlerimin önüne iteklemesi gibi bir şeydi bu. Öyle bir yerdeydim ki güneşi görmek ve içimi ısıtabilmek için tam da o noktada durmam gerekirken rüzgar haylaz ve şımarık bir çocuk gibi onunla oynamaya davet ediyordu beni…
Oysaki yorgun bir günün sonunda, üstelik de içindeki insan hesap defterini kabartmışken, o çok ihtiyaç duyduğun huzura kavuşmanın hayaliyle eve varmak üzereyken oynamak için fazla yorgun olursun… Benimki de öyleydi işte…
Sadece çok yorgundum.
Hiç biri rüzgardan daha önemli olmayan meseleler için bütün gücümü tüketmiştim ve ruhumu iyileştireceğini bile bile yine de onunla oynayamayacak kadar kirli hissediyordum içimi. Ve o yüzüme toz atıp, saçlarımın arasında gezinirken, hiç bırakmayacakmış gibi hırkamı çekiştirirken ben geçen her saniye kendimi biraz daha çaresiz hissediyordum.
Aslında onunla oynamak istediğimi bilmesini, hatta tekrar çocuk olup onun hızını da arkama alarak tekrar uçabileceğimi hissetmeyi o kadar çok istiyordum ki o an!
Ama sadece çok yorgundum, kıpırdayamıyordum.
Ve en kötüsü de o benim onu artık istemediğimi düşünüp gözlerimin önünde daha da hırçınlaşıp öc almak istercesine canımı acıtmaya başlıyordu. Bilmiyordu.
Canımı acıtani içimi kanatan şey aslında istesem de onunla kalamayacak olmamdı.
Yapamazdım, olmazdı…
Üstelik oyunun neşesine ve hırsına kendini kaptırmış gittikçe ısrarcı olan rüzgarın bana sahip olamadığını düşünmesi bana sadece acı bir şaka gibi geliyordu.
Bilmiyordu!
Beni yoran ellerimi uzatacak olsam da kollarımın arasından kayıp gideceği ve benimle sonsuza kadar birlikte olamayacağı gerçeğiydi…
O bilmiyordu. Ne beni, ne de kendini…
S.K.