Nobel Edebiyat ödülü sahibi, ünlü fransız yazar Andre Gide‘e ait olan. fakat gerçek ölümü; unutulmak olarak düşünen. dünyanın ağırlığını hissetmesini isteyen. Yazma isteği ve yaşam iç güdüsü kuvvetli herhangi bir insanın da sarf edebileceği mutlu cümle.

Andre Gide’in bu süslü sözü, sanıyorum amatör edebiyatçıların pek beğendikleri sözdür. Benzer bir lafı aziz nesin ülke insanımızın ören yerleri, tarihi eserler, duvarlar ve helalara yazma dürtüleri için de kullanmış: kalıcı olmak….

Bazılarıda anılarını boş verip kariyer hedeflerine verirler kendilerini… ya da kariyer hayalleri kurup kendilerini hesaba eder bu plaza insanları. Sabahları, mini etekli henüz uykusu açılmamış resepsiyonistlerin ve asık suratlı güvenlik görevlilerinin önünden geçerek kendilerini güvenli(!) binaların koyu renk camlarla gün ışığından ayrılmış bedenlerine teslim eden ve zaman zaman o camlardan dışarıya baktığında metrelerce aşağıda yağmurun çamurun arasında dura kalka ilerleyen trafiği, ufka kadar uzanan gri renkli binaların, sokakların, eğri büğrü evlerle dolu yokuşların çamuru andıran curcunasını ya da sarı güneş ışığı altında beton kaktüslerle dolu çölü andıran şehrin kuru dudaklarını görerek hayatın içinde açtığı dev bir parantezde gerçek zamanın dışında yaşayan, yaşatılan insan kitlesidir, sosyolojik olgudur.

Plazada yaşamak kasabada yaşamak gibidir, koca memeli sekreterlerin diyet krakerlerini kemirirken yaptığı dedikoduların konusu olmak, üçüncü kattaki satış ekibinin güzel bacaklı fıstığı buket hanıma (ki kendisi tanga buket olarak bilinir) ya da aynı ekibin yöneticisi solaryum ve fitness burak (bey)e aşık olarak akşam karanlığında eve dönerken hayaller kurmak, çeyrek ya da yarım yıllık periodlarda yapılacak zamlara ilişkin masturbasyon kılıklı sohpetler yapmak, elli hafta boyunca iki haftalık tatili planlayarak bir hafta kala çocuk gibi sevinçli bütün plazaya kendini duyurmak zorunda hissetmek, insan kaynaklarından nefret ederken eski renault’lar gibi sabahları bilgisayarın helpdesk’teki çocuğu görmeden açılmaması, ticket’ların hiçbir zaman öğle yemeği masraflarına yetmemesi, öğle yemeklerine birlikte çıkılan insanlardan birinin mutlaka hiç sevilmemesi, bir saatlik azad süresince hapishane avlusuna hava almaya salınan mahkumlar gibi ince ince sıralar halinde çıkılan öğle tatillerinde zamanın bir anda uçup gitmesi, sabahları simit, çatal ve poşet çaydan oluşan fiks menünün sıkıcılığı, internet’ten gazete okumak, fast food patateslerinin ellerde bıraktığı yağ kokusu, akşam servislerindeki zoraki konuşmalar, pegueot minibüslerinin pancar motoru andıran homurtusu demektir.

Happy hour’larda kimse happy değildir nedense, en yakışıklı erkekler ve en güzel kızlar evli ya da nişanlıdır nedense, bütün müdürler aslında size göre yeteneksiz, bütün işler içsel bir kumpas hikayesidir nedense.. beyaz flouresan ışıkları, servis saatinden sonraki sessizlikler, geceleri sağdan soldan gelen tuhaf tıkırtılar, vampir modunda yaşayan gece çalışanları ve onların kambur bedenlerinin üstündeki yorgun yüzlerine iliştirilmiş kanlı gözler, dolu asansörler, asansörde tavandaki hiç varolmamış bir lekeye bakmalar, dolu tuvalet fobileri, sıvı sabunun kötü kokusu, halı üzerindeki sallama çay lekeleri, plastik renkli sanki hiç sulanmadan, sevilmeden yaşanabilecekmiş gibi görünen bitkiler, sıkıcı toplantılar, küçük kübik masa yerleşimlerinde kurulan dünyalar, mantar panolardaki hiç bakılmayan fotoğraflar (bakın benim böyle güzel ve farklı bir yaşamım var işte iş dışında), bir yerden bulunmuş birbirine benzer beş para etmez palavra özlü sözler, hep kaybolan kalemler, buruşmuş post-it’ler, özlenen seyahatler, özlenen öğrencilik hayatları, bir başka yaşam hayalleri, bir başkasının bedenini özlemek, aşık olmayı unutmak, ağlamayı unutmak, o plastik ruhlu bitkiler gibi olmak ve ille de olmazsa olmaz “herşeyi bırakıp çekip gitmek hayali”, ve “herşeyin elinden alınması hayali”… herşey şimdi yazılsa, plaza insanları maslov’un ihtiyaçların hiyerarşisinde nerede yer alırdı acaba ? …

Maslov bir yana benim ihtiyacım olan şey “huzur” sadece “huzur”, plazada değil, kilimli, koltuğu olmayan, bulaşığını hala elimde yıkadığım bir evde çalışıp kendi işimi yapıp hindistan çevizli mumlarımı yakıp güzel anılar eklemeyi tercih ediyorum.

Ps: Evimin bu halini ve bu hissiyatımı yazarak ölümün elinden kurtarıyorum.